ILGAZ ZORLU
ARAŞTIRMACI - YAZAR
25.01.2000 - İSTANBUL
GİRİŞ
Bu satırların yazarı olarak bunları
yazmaktan büyük utanç duyuyorum. Daha küçücük bir çocukken
evimizde
Sabetay Zwi için okunan dualardan sonra büyüklerimiz bize
Selanikliler'in
ne kadar dürüst ne kadar yardımsever ve birbirine ne kadar bağlı
insanlar
olduklarını anlatırlardı. Ne acı yıllar sonra dağılmakta olan
cemaatimizi
bir araya getiren olaya bakın: Bir yolsuzluk iddiası '.
Hem de öyle bir iddia ki bizleri
birarada tutan en mukaddes değerlere, okulumuza karşı yapılan bir
iddiadır
bu! Ama bu satırların yazarı olarak bir savaşı kaybedeceğimi bilsem de
yazmak ve mücadele etmek zorundayım! Çünkü Tanrı'ya olan inancım bunu
gerektiriyor
her şeyden evvel'. ' Evet Ben Selanikliyim' isimli kitabımı yazarken
temel
amacım kaybolmakta olan bir kültürün değerlerini komuoyuna tanıtıp bunu
korumaktı. Bu sebeple ilk prensibim cemaatime köken olarak veya halen
inanç
olarak mensup olan kişilerin isimlerini açıklamamaktı. Fakat bunun için
bir tek istisna yapmak zorundaydım: Cemaat üyesi olmaktan rant
sağlayıp,
bundan siyasi veya ekonomik çıkar elde edenlerin ortaya çıkarılmaları
gerekiyordu.
Sadece bu sebeple bu kitapçıkta Selanikli olduklarını gizleyen ya da
sabetaycı
kökeninin iddia eden ve fakat cemaatin kaynaklarına el atan kişilerin
isimlerini
açıklıyorum. Kendileri ile her yer ve koşulda karşı karşıya kalmaya da
hazırım! Eğer bu rezalete ilişkin yeni bilgiler edinirsem de bu küçük
risalenin
daha sonraki baskılarında bunları yazmaktan da kaçınmayacağım.
Korkmuyorum! Çünkü bugüne
kadar korktuğumuz için cemaatimiz ayrılma noktasına geldi ve ölmekte
olan
bir aslanın leşine saldıran akbabalar sürüsünün eline düştü' Bu yazıyı
okuyan sizlerin yapabilecekleri bir tek şey var: Lütfen düşünün: Eğer
şeref
, namus ve haysiyet değerlerimize sahip çıkmazsak , bunları kaybedersek
bir daha nasıl kimliğimizi buluruz?
Bu sebeple lütfen elinizdeki
belgeyi ciddiye alın ve yazılanları dikkatle okuyun. Unutmayın size
dokunmayan
yılan bin yaşarken gün gelir sizi de sokuverir!
Saygıyla,
ILGAZ ZORLU
1.BÖLÜM : SELANİKLİLER
Çoğu 1924 yılında gemilerle geldi.
Topu topu yirmibeşbin kişilik bir cemaattiler. Selanikliler diye
anılıyorlardı.
Sabetay Sevi'ye inanan bir grup insandılar. Onların kısa bir tarihi:
Sabetay Sevi 1622 de İzmir'de tüccar
bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Hollanda ve İngiliz
şirketlerinin
temsilciliği sayesinde servet sahibi olmuştu. Ailenin bu yeni üyesinin
dini konularda özel bir yeteneğe sahip olduğu anlaşıldığında dönemin
tanınan
din adamlarından ders almasına karar verildi. Rav Escapa ve Rav
de
Alba Torah ve Talmud konusunda onu eğittiler. Ancak genç Sabetay'ın
mistik
konulara
girme arzusu olduğu bir süre sonra anlaşıldı. Sevi genç yaşına karşılık
Kabbala üzerinde çalışma eğilimindeydi. Melankolik ruhi yapıya sahip
olması
bir süre sonra mistik hayatın zorlukları ile birleşince anlaşılmaz
eylemlerde
bulunmasına yol açtı. Sık sık oruçlar tutuyor, bedenini yıkıyor ve uzun
müddetler boyunca yalnız başına tefekküre dalıyordu. Ailesi kendisini
üç
kez evlendirdi ise de bu evliliklerinde eşlerine dokunmadı ve Torah ile
evli olduğunu söyledi. Bu sözü din adamlarınca eleştiri konusu oldu.,
burada
onun amacı Tevrat'ın bütün hayatını ele geçirdiği şeklinde
anlaşılmalıdır. Sabetay Kabbala'nın özellikle Mesih'le ilgili
bölümlerinden
çık etkilenmişti. O kadar ki bir süre sonra Kabbalistik hesaplamalar
sonucunda
kendisinin beklenen kurtarıcı olduğuna inanmıştı., üstelik yaşanan
hummalı
ve karamsar ortamda onun bu inançlarını destekler nitelikteydi. Sabetay
Zwi Maşiah olduğuna, dünyayı tüm kötülüklerden arındıracağına tüm
yahudileri mukaddes İsrael'e götürerek orada yeniden tapınağı inşa
edeceğine
inanıyordu 1650-51 de İstanbul'da Avraham Yaqini adlı bir kişi
kendisine
beklenen Mesih olduğuna dair bir belge verecektir. Sevi bu yıllarda
sürekli
olarak Kabbala'nın içindedir, sık sık vecd halini yaşamakta,dinsel
ilhamlara
kavuşmaktadır. 1664 de tanıştığı Gazzeli teolog Nathan Benjamen Levi
Eskenazi
onun yaşamında bir dönüm noktası olacaktır. Kendisine Mesih olduğunu
haber
veren peygamber Nathan'dır O! Tıpkı Tanah'ta yeralan Kral David'in
peygamberi
Nathan gibi'Sevi 1665 2te İ;zmir'e döndüğünde artık imanlı bir kitle
ile
karşı karşıyadır. İnsanlar çıldırmıştır, dünyanın her tarafından
yahudiler
akınlar halinde gelmektedir kente. İnsanlar Sevi'nin evinin çevresine
yerleşmişlerdir.
Artık Mesihi dönem başlamıştır, çılgınlık had safhadadır.Kimse neler
olacağını
kestirememektedir, hahamların baskı ve yıldırmalarına karşılk insanlar
Sevi'ye tapmakta onun sinagoglardaki vaazlerinde taşkınlıklar
yapmaktadırlar..'
Hahambaşılıkların onu öldürmesi için üzerine gönderdikleri kişiler ona
inanmamaktadırlar. Din otoriteleri belki de tarihin hiçbirt döneminde
olmadığı
kadar çaresizdirler.Yapılabilecek tek şey kalmıştır, saraya haber
vermek
ve yardım istemek.
30 Haziran 1666 da Mesih İstanbul'a
hareket etmek üzere yola çıkar. O zamana kadar genel olarak yahudilerin
siyasi otoriteye karşı bağlı olmaları ve hiçbir zaman politik hareket
etmemeleri
Osmanlı idarecilerini bu olaya karşı kayıtsız bırakmıştır. Ancak
heryerden
gelen haberler ve ve ihbarlar önlem almaya iter sarayı. Sevinin gemisi
durdurularak Çanakkalede'ki Aydos kalesine hapsedilir. Bu müritlerin
adeta
çılgınlıklarını had safhaya ulaştırır. Anadoluda'ki küçük bir
ayaklanmadan
sorumlu tutulanların kafalarından kuleler yapıldığı bir ülkede sarayın
bu olaya neredeyse hiçbir tepki göstermemiş olması Zohar'da
yazılanların
gerçekleşmesi olarak yorumlanmıştır. İnananlar şimdi de buraya akın
etmektedirler.
Sevi'ye kendisinin Mesih olduğunu
inandırmaya gelen Nehemya Kohen adlı bir hahamla aralarında saatlerce
süren
tartışmalar geçer. Bu haham Sevi'ye fikirlerini kabul ettiremeyeceğini
anlayınca kendisini yalan ifadelerle ihbar eder ve müslüman olur.
Divana çıkarılan Mesih müslüman olmaya zorlanır. Mesih'in din
değiştirdiği
haberi hızla tüm cemaatler arasında yayılır. Bu olay hep basit bir din
değiştirme olayı olarak gösterilmiştir. Sabetaycı kaynaklara göre olay
şöyle olmuştur: İhtida sırasında Sevi Sultan'a ' Bu can bu bedende
kaldığı
sürece La İlahe İllallah ' demiştir. Huzurdan çıkınca kaftanını açmış,
ve koynundan bir kuş çıkmıştır ve bunu üzerine işte can bedenden çıktı
' Şema Yisrael' demiştir. Bir diğer inançta şudur: ' Musa firavunların
Sarayında bir Mısırlı gibi yaşamıştı. Sabetay'da kendi halkını
kurtarmak
için müslüğman olmalı ve bir Türk gibi yaşamalıydı. ' Fakat bu olayın
gerçek
nedenleri halka anlatılmadı, bu da tabiiki halk üzerinde derin bir etki
yarattı. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı bir anda heryerde egemen
olmuştur.
İntihar edenler olduğu gibi gerçekleri öğrenen küçük bir kitlede din
değiştirerek
mesihle aynı yolu takip eder. Hatta daha sonra gizli sabetaycılar
olarak
adlandırılabilecek bir grup yahudide din değiştirmeden Mesih'e
inanacaktır.
Sabetay Sevi'ye ve onunla bberaber din değiştirenlere sarayda görev
verilir
ve maaş bağlanır. Sevi yeni dinine göre hareket ediyor görünmekle
beraber yine de müritleriyle beraber yahudi dini geleneklerine göre
toplantılar
yapmaktadır. Bu duruma bir süre göz yumulmuşsa da daha sonra artık
kabul
edilemezliği ortaya çıkmıştır. Emir'le birtek yahudinin yaşamadığı
Arnavutluk'un
Ülgün kentine sürgüne gönderilir. İsteği üzerine Selani,k şehri
kutsiyete
kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk
sabetaycı toplum işte burada kurulur. Sevi dini tefekküre ve teorik
çalışmalarına
Arnavutluk'ta devam etmektedir.Bu sıralarda sabetaycılığın ana kaynağı
olan kitaplar yazılacaktır. Nathan Levi ise din değiştirmeden
Mesih'i
takip eder. Daha sonra bir kısım din değiştiren sabetaycıların tekrar
yahudi
dinine döndükleri bilinmektedir. Yine inanca göre Mesih ellinci doğum
gününde
tekrar gelmek üzere kaybolur.
Sevi'nin kayboluşu sonrasında Selanik'te
yerleşen dini cemaat , çeşitli olaylar sonucunda farklı dini pratikleri
benimseyen üç ana gruba ayrılacaktır. Sevi'nin kayınbiraderi olan Yakov
Qerido'yu onun halifesi kabul eden yakubiler , daha sonraları ortaya
çıkan
ve Mesihi ruha sahip olduğunu iddia eden Baruhya Ruso 'nun (Osman
Baba) hilafetine inanan karakaşlar ve sadece Sevi'ye inanan
Kapancılardır.
Sabetaycılar ondokuzuncu yüzyıla kadar oldukça depolitik olarak
varlıklarını
sürdürdüler. Ancak bu yıllarda Osmanlı toplum yapısındaki değişiklikler
kendilerini oldukça aktif kılmıştır. Özellikle imparatorluğun
geleceğinin
tayini konusunda ortaya çıkan İttihat Terakki ve mason localarında
siyasi
roller üslendiler. Nitekim bu dönemdeki çok önemli siyasi aktörlerin
sabetaycı
kökenli aydınlar olmaları bu iddianın bir ispatı niteliğindedir (
Maliye
Nazırı Cavid, Dr. Nazım, Halide Edip gibi. Bu kişiler aynı zamanda
İzmir
suikastinde de önemli roller üslenmişlerdir)
Balkan Savaşı sonrasında Rumeli
topraklarının elden çıkması ve 1924 mübadelesi sonrasında sabetaycı
organizasyon
eski canlıulığını yitirmiştir. Fakat belki de enb önemlisi 1917 Selanik
Selanik yangınında çok önemli dokumanların bulunduğu kütüphanelerinin
yanmasıdır.
Bu sıralarda cemaatin dini yapısına muhalefet eden gençlerin ortak
çabalar
sonucunda da özellikle Kapancı ve Yakubi topluluklarında kopmalar
yaşanmıştır.
Sabetaycılıkta eğitimin varlığı çok önemlidir. Bunun için
sabetaycılar
önemli kurumlar oluşturmuşlardır: Bunlardan biri bugünkü Şişli Terakki
Lisesi'nin temelini oluşturan Terakki Mektebidir. Bu okul başlangıçta
sadece
cemaat gençlerini okutan bir okul olarak kurulmuşken bugün artık
herkese
açık bir okul haline gelmiştir.
Sabetaycılar modern Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluşunda önemli roller üslenmişlerdir. İçlerinden pek çok bakan,
milletvekili
ve önemli işadamı çıkmıştır.
2. BÖLÜM: ŞİŞLİ TERAKKİ LİSESİ'NİN
TARİHÇESİ
Şişli Terakki Lisesi'nin tarihçesi
sözkonusu edilince hemen daima 1879 tarihindeki büyük ve tam kuruluşlu
Terekki Mektebi esas olarak alınmakta , bu hareketin ilk adımı
sayılması
gereken Şemsi Efendi Mektebi bir yana bırakılmaktadır ( 1879). Halbuki
Selanik'te ilk olarak Şemsi efendi'nin öncülüğü ile Şemsi Efendi
Mektebi
kurulmuştur. (100. Yıl Şişli Terakki Lisesi /Yenilik Basımevi / 1979).
Hakikaten Atatürk'ün de okuduğu ve anılarında sık sık sözünü ettiği
gibi
Selanik'te kurulan Şemsi Efendi mektebi, Şişli Terakki'nin temelidir.
Bir Sabetaycı haham olan Şemsi Efendi
(Şimon Zwi) bu okulu o dönemde hem cemaatleri toplamak ve hem de dini
eğitimle
birlikte gençleri her yönden yetiştirebileceği bir okul olarak
kurmuştu.
Daha sonra cemaatle arasında yaşanılan sorunlar nedeniyle okuldan
ayrıldı.
Fakat okul bir cemaat okulu kimliğini kaybetmedi. 1907 Kayıtlarına göre
Sabetaycı cemaatin Kapancı koluna mensup şu kişiler okulun
yönetimindeydiler;
Dr. Rifat Efendi, Namık Kapancı, Osman Fıtri Bey ve Ata Derviş Beyler.
1924 senesinde ki mübadele sonucunda okul İstanbul'a geldi. 1927 de
Şakayık
Sokağındaki Halil Rıfat Paşa konağına yerleşti. Okulu her dönemde o
yılların
hayırsever aileleri desteklemiştir. Okul Selanik'teki kuruluşundan
başlayıp
hep bir encümen tarafından idare olunmuştur. Bu encümene alınan
kimseler
ya eski kurucuların çocuklarından, ya da daha sonra okulun
gelişmelerine
yardımı dokunmuş kişiler arasından seçilirdi. 1933 ten sonra
encümen
44 kişiye kadar ulaşmıştır.
1933 yılında okul son şekli olan 'Mabeynci Konağı'na' taşınır. 1934 de
Selanikli Mecdi Derviş Bey buradaki
yapıları kendi satın almıştır. 21.05.1935 de de bunu okulun yönetimi
için
kurulan Limited Şirkete devrediyordu.1879 yılında okulun temel
felsefesi 'Terakki Mektebi ticaret maksadile müesse olmayıp hayır için
yaşadığı gibi
hayır ile de yaşar' dı. (100. Yıl Şişli Terakki Lisesi /Yenilik
Basımevi
/ 1979 s: 55). Limited Şirketin kurucuları Fahri Refik Refiğ (Yönetmen
Halit Refiğ'in amcası), Halil Ali Bezmen, Aziz Refik Refiğ ve
diğerleriydi.
Okul daha 1967 yılında 903 sayılı
Kanunla Vakıf Halne gelmiştir. Bu tarihten sonra da mütevelli heyeti
tarafından
yönetilmektedir. Bugün artık bir cemaat okulu kimliğini kaybetmiştir.
Ancak
yönetim kurulu üyeleri halen cemaat kurallarına göre seçilmektedirler.
Örneğin Mütevelli heyetine girebilmenin yolu bu heyet üyelerinden
birinin
önerisi ile olmaktadır. Vakıf ana senedinde yapılan bir
değişiklikle
mütevelli heyeti üyeleri ömür boyu bu görevde kalmaktadırlar!
3.BÖLÜM : İLİŞKİLER
Sabetaycı cemaatin 'Kapancılar'
koluna mensup olan Sayın Can Paker Türk Henkel isimli bir Alman
firmasının
yönetim kurulu başkanıdır. Sayın Paker uzun yıllar politika ile
ilgilenmiş,
bir dönem Deniz Baykal'ın danışmanlık görevini üslenmiştir. 1970 li
yıllarda
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde Turan Güneş ve
Deniz
Baykal'ın bir arada oluşturdukları bir grup vardır. Bu grubun içinde şu
an Şişli Terakki'nin Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Ahmet Yücekök'te
görev
almıştır ( Sayın Yücekök'ün eşi de sabetaycı kökenli bir aileden
gelmektedir).
( Aynı grupta yer alanlar arasında Şişli Terakki'nin yönetiminde uzun
yıllar
yer alan Bülent Tanla'da bulunmaktadır)
Bu kişilerin (şu an elimizde
belge olmadığı için tam olarak bilinemeyen bir şekilde) bir siyasi
partiye
ait bazı taşınmazlara sahip olduklarına dair bir iddia vardır.
Sabetaycı
cemaat içinde yer alan bazı söylentilere göre bu kişilerin arasında
varolan
bazı ilişkilerden dolayı menfaat teminleri olduğu da iddia
edilmektedir.
Ancak bunlar şu an elde belgeler olmadığından ispat olunamamaktadır.
Tabii
bu, iddiaların araştırılmayacağı anlamına gelmez!
Sayın Can Paker aynı zamanda Şişli
Terakki Lisesi Yönetim Kurulu üyesi olan Lütfü Paker'in kız kardeşi ile
evlidir, eşi Mihriban Paker'in babası Sabetaycı hareketin önemli dini
liderlerinden
biriydi(Memduh Paker) İspanyolca dini bilgisinin yanında geniş
kabalistik
bir bilgiye de sahipti. Can Paker eşiyle aynı soyadı taşımaktadır.
Dr.Can Paker aynı zamanda Amerikan
Fullbright ve A.F.S burs kurullarıyla temaslarda bulunmuş, bir dönem
A.F.S
bursunun Türkiye başkanı da olmuştur. Zaten kendisi de Lise yıllarında
bu bursla A.B.D de bulunmuştur. Dr.Can Paker'in kızkardeşi gazeteci
Canan
Barlas'tır. Kendisi müflis işadamı Halil Bezmen ve eşiyle Türkiye
temasını
sağlamaktadır. Bilindiği gibi işadamı Halil Ali Bezmen Türkiye'de
hileli
bir şekilde iflas ederek ABD ye kaçmış, orada yahudi olduğu için
ezildiğini
bildirmiştir. Greenwich Time adlı gazeteye yaptığı açıklamalar arasında
'Yahudi dönmesi olduğumuzdan Türkiye'de müslümanlar bizi hep dışladı'
şeklinde
bir beyanda bulunmuştur. Konu iki gün boyunca Hürriyet Gazetesi'nde
manşet
olmuştur. 05.05.1998 tarihi'nde yine Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan
bir
habere göre Mecbure Canan Barlas ( sabetaycılarda çift isim vardır,
bunlardan
biri yahudi ismini temsil eder), Halil ve Selma Bezmen ile birlikte ABD
de New York şehrinde Sofya adlı bir restoranda yemek yemekte iken
Gülçin
Telci ile karşılaşmışlar ve Sayın Canan Barlas kendisine kötü sözler
söylemiştir.
Dr.Can Paker'in Deniz Baykal ile olan ilişkilerinin yanısıra şu an
Şişli
Terakki Lisesi'nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Haluk Arığ ile de yakın
temasları vardır. Arığ uzun yıllar Şişe Cam ve Gameda firmalarında
çalışmış,
Daha sonra buradan ayrılmıştır.
Ancak bu ayrılmalar konusunda bazı soru işaretleri olduğu şeklinde
iddialar
da vardır. Okula merhum Reşat Atabek tarafından getirilmiştir.
Bilindiği
üzere merhum Avukat Reşat Atabek kendisi de bir sabetaycıydı ve kabbala
konusuyla yakından ilgiliydi. Nitekim Hür ve Kabul edilmiş Mason
Locası'nda
yayınlanan kitabı 'Masonluk Üzerine' de özellikle sembolizmle ilgili
makaleleri
bunun ispatını teşkil eder (Yenilik Basımevi İstanbul 1994). Tüm bu
ilişkiler
Şişli Terakki Lisesi'nin bir cemaat okulu olduğunu ispat
etmektedir.
Zaten okulun hem kurucuları ve hem de ilk mezunları Selaniklidir.
Sabetaycı
tarihin anlatıldığı bir makale (Selanikliler ' Yaşam Sanatı Ocak 1995)
de de bu okulun yönetim kurulu üyelerinin bir arada fotoğrafları
bulunmaktadır.
Bunun yanısıra Osman Ergin'in Türk Maarif Tarihi adlı eserinde de bu
konuda
önemli bilgiler mevcuttur. ( Türk Maarif Tarihi / Osman Ergin / s:
468-69
dan özetle) Sayın Haluk Arığ aynı zamanda şu anda Sabetaycı basın
patronu Dinç Bilgin'in Sabah Yayın Grubunda da danışmanlık
görevindedir.
4.BÖLÜM : OKULLA İLGİLİ İDDİALAR
Haluk Arığ Şişli Terakki Lisesi
yönetimine 1990 yılında girdi. Babası İstanbul'lu annesi ise Selanikli
bir aileye mensuptur. Okula ilk girdiği yıllarda önce muhasebesinden
sorumluydu.
Okula girmesine neden olan kişiler Av. Reşat Atabek, kayınpederi İsmail
Bey ve Üçer kardeşlerdi. Bu sırada bir 'Pul Olayı' meydana geldi. Bu
olayın
detayları tam olarak bilinmemekle beraber bir yolsuzluk olduğu ve bunun
üstünün kapatıldığı konusunda bazı iddialar vardır. Kendisi daha
evvel 'Paşabahçe' firmasında çalışmaktaydı, bu firmadan da benzer
sebepler nedeniyle ayrıldığı iddiaları bulunmaktadır. Yine bir
dönem
Gameda Müdürlüğünde bulunmuştur. Eşi Fatoş Arığ'da yine 1990 larda
yaşanan
Cumhuriyet Gazetesi olayında önemli roller üslenmiştir. Fatoş Arığ
Sabetaycı
kökenini gururla ifade eden bir kimsedir. Nitekim Gazete Pazar'ın
5.10.1997
tarihli sayısında gazeteci Leyla Neyzi'ye verdiği mülakatta ailesinin
kökeninden
ve sabetaycılıktan uzun uzun söz etmiştir. Nitekim ailesinde yapılan
sabetaycı
geleneklerden de bahsetmiştir.
Gazetede yaşanan çekişmeler sırasında
bazı menfi olaylara karışmışlardır. Ne yazık ki Cumhutiyet Gazetesi'nde
konuyla ilgili kendilerine başvurduğumuz hiç bir yazar bize bir
açıklamada
bulunmadı. Acaba bunda etken olan faktör neydi? Cumhuriyet gibi bir
gazete 'ne olur bizden bir tane alın' diye dilencilik yaparak gazete
satmaya çalışırken
kendi içinde yaşanan bazı hadiselerin detaylarını vermekten neden
kaçınmaktadır?
Bu arada unutulmamalıdır ki Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Yunus
Nadi
Tan yazarı Ahmet Emin Yalman'ı dönme olmakla suçlamıştı! 1937 yılındaki
tartışma günlerce Tan ve Cumhuriyet Gazeteleri arasında devam etmişti.
Haluk Arığ Şişe Cam firmasında
iken ,sekreteri olan Gülcan Akdindar'ı Terakki Lisesi'ne ' Halkla
İlişkiler Müdürü' olarak almıştır
Haluk Arığ'ın okulla ilgili olarak
yardım gördüğü kişiler şunlardır:
- Ahmet Yücekök ( Siyaset Bilimi
Prof.u)
- İlter Turan ( Bilgi Üniversitesi
Rektörü)
- Bora Gönenç
- Fatih Dural
- Can Paker ( Türk Henkel Yön.Kur.
Baş. Tusiad üyesi)
Okul yönetiminin hatalı kararlarıyla
eğitim kalitesinin bozulması üzerine eski mezunlar bir dernek
kurmak
istediler. Bunun üzerine okul bir başka dernek kurduğunu
bildirdi.
Dernek kurucularına karşı bazı kampanyalar başlatıldı ve bu dönemde
sabah
gazetesinin bir yazarı tarafından muhalifler hakkında asılsız
yazılar
yazıldı. Bu yazar kişilerin özel hayatlarını hiçe sayarak adeta bir
tehdit
niteliği oluşturan yazıları kaleme alarak okulda Arığ'ın kendi istediği
düzeni kurmasını sağlamıştır. Sayın Arığ ve ekibindekiler 'Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar' derneğinde de bazı usulsüzlükler yaptıkları
için
çıkarılmışlardır. Fakat eski mason olmaları hasabiyle hiçbir
yerde
kendileri aleyhinde yazılar çıkarılamamıştır.
Fakat okulla ilgili ortaya atılan
en korkunç iddia hiç kuşkusuz ki okulun Nişantaşı'nda bulunan ve şu an
değeri trilyonlara ulaşan binasının durumudur. Bu bina hiçbir
ihale
açılmadan Sayın Arığ'ın eski şöförüne gayet cüz'i bir fiyattan otopark
olarak kiralanmıştır. O kadar ki okulun otopark olarak kullanılan
bölümü ihale edilmeden tamamen gelişigüzel bir şekilde otopark haline
getirilmiştir.
Okul binası on yıla yakın bir zamandır
boş tutulmak suretiyle değer kaybetmesi sağlanmaktadır. Bu arada
amaçlanan okulun binasının değer kaybetmesini hızlandırarak gayet ucuz
bir fiyattan bunun satılmasını sağlamaktır.
Bu arada Haluk Arığ'ın şahsi servetiyle
ilgili iddialarda ayyuka çıkmıştır. Kendisi görev süresi içinde pek çok
kıymetli mülk almış, bir kotra sahibi olmuştur. Bir memur maaşı ile
bunları
nasıl yaptığı merak konusu haline gelmiştir. Şu asla
unutulmamlıdır:
Terakki Vakfı'nın ilk kurucuları kendi ceplerinden para vermek sureti
ile
bu okula kurmuşlarken Sayın Arığ okulun imkanları ile hareket etmekte
okulda
bir diktatörlük kurduğu iddiaları altındadır.
5.BÖLÜM : YAPILMASI GEREKENLER
Şişli Terakki Lisesi bir cemaat
okuludur. Bu okuldan pek çok ünlü insan yetişmiştir. Konu bir an önce
masaya
yatırılmalıdır. Ancak bu yapılırken kat'i surette konunun bir
inanç
istismarı haline getirilmemesi ve hiçbir şekilde de antisemitizm (
yahudi
düşmanlığı) yapılmaması gerekmektedir. Çünkü bu yapılırsa karşı taraf
haksız
durumdayken haklı duruma getirilir. Ayrıca olayda taraf olanlar
arasında
halen Türkiye'de önemli görevlerde bulunan insanların olması ve bu
büyük
yolsuzluğa karışmaları da olayların kapatılması riskini doğurmaktadır.
Konunun T.B.M.M gündemine alınarak aşağıdaki soruların ilgili
bakanlıklara
sorulması gerekmektedir:
VAKIFLARLA İLGİLİ DEVLET BAKANLIĞINA
SORULACAK SORULAR
1-Şişli Terakki Lisesi binası on
yıldır neden boş bırakılmaktadır. Bina değerini kaybederek ucuza
satılmaya
çalışıldığı doğru mudur? Binanın halihazırdaki değerinin 2 Trilyon
civarında
olduğu doğru mudur?
2- Şişli Terakki Lisesi Vakfı'na
ait malların satışı ya da üçüncü kişilere devri olmuş mudur?
3- Okul mütevelli heyeti üyelerinin
ömür boyu (kaydi hayat şartı ile) göreve geldikleri ve ancak
kendilerinin
önerecekleri kişileri buraya getirdikleri doğru mudur? Bu koşulların
sağlanması
için Vakıf Ana Sözleşmesi'nin değiştirildiği doğru mudur?
4- Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
konuyla ilgili raporları nelerdir? Neden detaylı bir tetkik
yapılmamaktadır.
MALİYE BAKANLIĞINA SORULACAK SORULAR
5- Şişli Terakki Lisesi Mütevelli
Heyeti üyelerinin son on yıl içinde vakıf gelirlerinden aldıkları
paylar
nelerdir? Bu kişilerin mal varlıklarında ki artış incelenmiş midir?
Sayın
Haluk Arığ'ın yat, villa gibi değerli mülkleri var mıdır? Bakanlık
merkezi
denetim elemanları ilgili incelemeklere başlamış mıdır?
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA SORULACAK
SORULAR
6- Okula öğrenci alınırken kura
listelerinde değişiklikler yapılmış mıdır? Bu listeler Milli Eğitim
Bakanlığı
denetiminde midir? Bazı öğrencilerin para karşılığı ders geçtikleri ve
yönetimin bu kararlarına uymayan öğretmenlerin görevlerine son
verildiği
doğru mudur?
7- Okul Milli Eğitim Bakanlığı'nca
en son ne zaman denetlenmiştir?
TARTIŞMALAR ' İDDİALAR
Şişli Terakki Lisesi'nde başlayan
tartışmaların esası nereye dayanıyor? Okulun kötü bir yönetimle
mülklerinin
kıymetsizleştirilerek bu mülklerin ucuz yolla satılması çabalarına
karşı
Şişli Terakki Mezunları Derneği başkanı Yetkin Gürsel bir çalışma
başlatmıştır.
Gürsel Vakıf Başkanı'nın bu kıymetli emlaki bir mütehaide verme
karşılığında
1 Milyon Dolar istediğini söylemektedir ( Sabah 19.01.2000) Bunun
üzerine
Ilgaz Zorlu 21.01.2000 de okulla ilgili şu iddiaları gündeme
getirmiştir:
-Okulun binası Haluk Arığ'ın şoförüne
otopark olarak verildi
- Okul bir grubun eline bırakıldı
- Bazı öğrenciler kayıt ve sınıf
geçmede kayırıldı
- Vakıf üyelerinin görev süreleri
ömür boyu yapılmıştır.
Tüm bunlara karşılık sayın Haluk
Arığ'ın 24.01.2000 Tarihinde Ilgaz Zorlu'ya karşı cevabı şu şeklide
olmuştur:
-Ilgaz Zorlu olarak kendini tanıtan
ve Şemsi Efendi'nin torunu olduğunu iddia eden şahsın iddialarını
esefle
karşılıyorum. Kendisi vakıftan her ay para istemiştir. Bu kişiden
yargı aracılığı ile hesap sorulacağını belirten Arığ ayrıca
Yetkin Gürsel'in iddialarını da cevaplamaktadır.
HALUK ARIĞ AÇIKÇA YALAN SÖYLEMEKTEDİR!
Bundan iki sene evvel ebediyete intikal etmiş sabetaycı cemaat
üyelerinin
yatmakta olduğu 'Bülbülderesi Mezarlığı''nın temizlenmesi için bir
çalışma
başlattım. Okulun kurucusu olan kişilerin burada kabirleri olması
hasabiyle
mezarların temizlenmesi hususunda Sayın Haluk Arığ ile görüşerek
kendisinden
teknik eleman talebinde bulundum. Ben kendisi gibi okulun
kaynaklarından
faydalanarak şoförlü bir arabaya binmiyorum. Ayrıca okuldan da bir maaş
almıyorum. Şimdi kendisine sormak gerekiyor. Acaba kendisi sabetaycı
olduğu
iddialarını reddettiğine göre bir cemaat okulunda ne aramaktadır? Oraya
kimin teklifi ile seçilmiştir? Kaldı ki diğer bir iddiası da benim
Atatürk'ün
ilk öğretmeni olan Şemsi Efendi'nin torunu olduğum iddialarıdır. Şemsi
Efendi'nin iki kızından biri olan Yekta Hanım annemin babası olan Veli
Zeren'in annesidir. Bu konuda Zincirlikuyu ve Bülbülderesi
mezarlığındaki
taşlar ve nüfus kayıtları ispat niteliği taşırlar. Ben Selanikliyim ve
Haluk Bey gibi cemaate ait kaynakları kullanmadan cemaatten hiçbir
maddi
talaepte bulunmadan çalışmalarımı yaparım!
KONU ÇARPTIRILMAK İSTENMEKTEDİR.
ŞU İDDİALARA KENDİSİNDEN CEVAP BEKLEMEKTEYİM. BİR KEZ DAHA AŞAĞIDAKİ
SORULARA
DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM:
1-Şişli Terakki Lisesi binası on
yıldır neden boş bırakılmaktadır. Bina değerini kaybederek ucuza
satılmaya
çalışıldığı doğru mudur? Binanın halihazırdaki değerinin 2 Trilyon
civarında
olduğu doğru mudur?
2- Şişli Terakki Lisesi Vakfı'na
ait malların satışı ya da üçüncü kişilere devri olmuş mudur?
3- Okul mütevelli heyeti üyelerinin
ömür boyu ( kaydi hayat şartı ile) göreve geldikleri ve ancak
kendilerinin
önerecekleri kişileri buraya getirdikleri doğru mudur? Bu koşulların
sağlanması
için Vakıf Ana Sözleşmesi'nin değiştirildiği doğru mudur?
4- Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
konuyla ilgili raporları nelerdir? Neden detaylı bir tetkik
yapılmamaktadır.
5- Şişli Terakki Lisesi Mütevelli
Heyeti üyelerinin son on yıl içinde vakıf gelirlerinden aldıkları
paylar
nelerdir? Bu kişilerin mal varlıklarında ki artış incelenmiş midir?
Sayın
Haluk Arığ'ın yat, villa gibi değerli mülkleri var mıdır? Bakanlık
merkezi
denetim elemanları ilgili incelemeklere başlamış mıdır?
6- Okula öğrenci alınırken kura
listelerinde değişiklikler yapılmış mıdır? Bu listeler Milli Eğitim
Bakanlığı
denetiminde midir? Bazı öğrencilerin para karşılığı ders geçtikleri ve
yönetimin bu kararlarına uymayan öğretmenlerin görevlerine son
verildiği
doğru mudur?
7- Okul Milli Eğitim Bakanlığı'nca
en son ne zaman denetlenmiştir?
Maalesef utanarak yazmak zorundayım.Asırlık
bir kurum bir grup insanın eline geçmiştir ve keyfi olarak
yönetilmektedir.
Buna bir dur denilmelidir!
6.BÖLÜM : SONUÇ
Şişli Terakki Lisesi'nde en kısa
zamanda tüm siyasi baskılar bir yana bırakılarak sonuç alınması için
harekete
geçilmesi gerekmektedir. Hiç kimsenin böylesine önemli bir kurumu şaibe
altında bırakmaya ve bundan para kazanmaya hakkı yoktur. Lütfen bunu
bir
siyasi mesele olarak değil bir yolsuzluk olarak görelim. Kamu
vicdanının
rahatlatılması için hep birlikte çaba harcayalım! Kaldı ki bu okul bir
hayır kurumu olarak faaliyetlere başlamıştır. Lütfen okulla ve
yukarıdaki
olaylarla bilgisi olan herkes bir araya gelsin, okulumuzu kurtaralım.
BU
OKUL SADECE ONDAN YARARLANAN BİR GRUP MÜTEVELLİ HEYETİ ÜYESİNİN DEĞİL
HEPİMİZİNDİR!
BU SATIRLARIM ÖZELLİKLE BANA ULAŞAN, BU YOLSUZLUĞA KARŞI ORTAK HAREKET
ETMEMİZİ İSTEYEN BİR GRUP ESKİ MEZUNA VE HOCAYADIR. GÜN BUGÜNDÜR,
KORKMAYIN!
DÜRÜST İNSAN KORKMAZ. ORTAYA ÇIKALIM VE HEP BİRLİKTE OKULUMUZU
KURTARALIM!