SELANİKLİ'LER VE ŞİŞLİ TERAKKİ YOLSUZLUĞU 

ILGAZ ZORLU
ARAŞTIRMACI - YAZAR
25.01.2000 - İSTANBUL
 

GİRİŞ
Bu satırların yazarı olarak bunları yazmaktan büyük utanç duyuyorum. Daha küçücük bir çocukken evimizde  Sabetay Zwi için okunan dualardan sonra büyüklerimiz bize Selanikliler'in ne kadar dürüst ne kadar yardımsever ve birbirine ne kadar bağlı insanlar olduklarını anlatırlardı. Ne acı yıllar sonra dağılmakta olan cemaatimizi bir araya getiren olaya bakın: Bir yolsuzluk iddiası '.
Hem de öyle bir iddia ki  bizleri  birarada tutan en mukaddes değerlere, okulumuza karşı yapılan bir iddiadır bu! Ama bu satırların yazarı olarak bir savaşı kaybedeceğimi bilsem de yazmak ve mücadele etmek zorundayım! Çünkü Tanrı'ya olan inancım bunu gerektiriyor her şeyden evvel'. ' Evet Ben Selanikliyim' isimli kitabımı yazarken temel amacım kaybolmakta olan bir kültürün değerlerini komuoyuna tanıtıp bunu korumaktı. Bu sebeple ilk prensibim cemaatime köken olarak veya halen inanç olarak mensup olan kişilerin isimlerini açıklamamaktı. Fakat bunun için bir tek istisna yapmak zorundaydım: Cemaat üyesi olmaktan rant sağlayıp, bundan siyasi veya ekonomik çıkar elde edenlerin ortaya çıkarılmaları gerekiyordu. Sadece bu sebeple bu kitapçıkta Selanikli olduklarını gizleyen ya da sabetaycı kökeninin iddia eden ve fakat cemaatin kaynaklarına el atan kişilerin isimlerini açıklıyorum. Kendileri ile her yer ve koşulda karşı karşıya kalmaya da hazırım! Eğer bu rezalete ilişkin yeni bilgiler edinirsem de bu küçük risalenin daha sonraki baskılarında  bunları yazmaktan da kaçınmayacağım.
 Korkmuyorum! Çünkü bugüne kadar korktuğumuz için cemaatimiz ayrılma noktasına geldi ve ölmekte olan bir aslanın leşine saldıran akbabalar sürüsünün eline düştü' Bu yazıyı okuyan sizlerin yapabilecekleri bir tek şey var: Lütfen düşünün: Eğer şeref , namus ve haysiyet değerlerimize sahip çıkmazsak , bunları kaybedersek bir daha nasıl kimliğimizi buluruz?
 Bu sebeple lütfen elinizdeki belgeyi ciddiye alın ve yazılanları dikkatle okuyun. Unutmayın size dokunmayan yılan bin yaşarken gün gelir sizi de sokuverir!
Saygıyla,
          ILGAZ ZORLU
1.BÖLÜM    : SELANİKLİLER
Çoğu 1924 yılında gemilerle geldi. Topu topu yirmibeşbin kişilik bir cemaattiler. Selanikliler diye anılıyorlardı. Sabetay Sevi'ye inanan bir grup insandılar. Onların kısa bir tarihi:
Sabetay Sevi 1622 de İzmir'de tüccar bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Hollanda ve İngiliz şirketlerinin temsilciliği sayesinde servet sahibi olmuştu. Ailenin bu yeni üyesinin dini konularda özel bir yeteneğe sahip olduğu anlaşıldığında dönemin tanınan din adamlarından ders almasına karar verildi.  Rav Escapa ve Rav de Alba Torah ve Talmud konusunda onu eğittiler. Ancak genç Sabetay'ın mistik konulara girme arzusu olduğu bir süre sonra anlaşıldı. Sevi genç yaşına karşılık Kabbala üzerinde çalışma eğilimindeydi. Melankolik ruhi yapıya sahip olması bir süre sonra mistik hayatın zorlukları ile birleşince anlaşılmaz eylemlerde bulunmasına yol açtı. Sık sık oruçlar tutuyor, bedenini yıkıyor ve uzun müddetler boyunca yalnız başına tefekküre dalıyordu. Ailesi kendisini üç kez evlendirdi ise de bu evliliklerinde eşlerine dokunmadı ve Torah ile evli olduğunu söyledi. Bu sözü din adamlarınca eleştiri konusu oldu., burada onun amacı Tevrat'ın  bütün hayatını ele geçirdiği  şeklinde anlaşılmalıdır. Sabetay Kabbala'nın özellikle Mesih'le ilgili bölümlerinden çık etkilenmişti. O kadar ki bir süre sonra Kabbalistik hesaplamalar sonucunda kendisinin beklenen kurtarıcı olduğuna inanmıştı., üstelik yaşanan hummalı ve karamsar ortamda onun bu inançlarını destekler nitelikteydi. Sabetay Zwi Maşiah  olduğuna, dünyayı tüm kötülüklerden arındıracağına tüm yahudileri mukaddes İsrael'e götürerek orada yeniden tapınağı inşa edeceğine inanıyordu 1650-51 de İstanbul'da Avraham Yaqini adlı bir kişi kendisine beklenen Mesih olduğuna dair bir belge verecektir. Sevi bu yıllarda sürekli olarak Kabbala'nın içindedir, sık sık vecd halini yaşamakta,dinsel ilhamlara kavuşmaktadır. 1664 de tanıştığı Gazzeli teolog Nathan Benjamen Levi Eskenazi onun yaşamında bir dönüm noktası olacaktır. Kendisine Mesih olduğunu haber veren peygamber Nathan'dır O! Tıpkı Tanah'ta yeralan Kral David'in peygamberi Nathan gibi'Sevi 1665 2te İ;zmir'e döndüğünde artık imanlı bir kitle ile karşı karşıyadır. İnsanlar çıldırmıştır, dünyanın her tarafından yahudiler akınlar halinde gelmektedir kente. İnsanlar Sevi'nin evinin çevresine yerleşmişlerdir. Artık Mesihi dönem başlamıştır, çılgınlık had safhadadır.Kimse neler olacağını kestirememektedir, hahamların baskı ve yıldırmalarına karşılk insanlar Sevi'ye tapmakta onun sinagoglardaki vaazlerinde taşkınlıklar yapmaktadırlar..' Hahambaşılıkların onu öldürmesi için üzerine gönderdikleri kişiler ona inanmamaktadırlar. Din otoriteleri belki de tarihin hiçbirt döneminde olmadığı kadar çaresizdirler.Yapılabilecek tek şey kalmıştır, saraya haber vermek ve yardım istemek.
30 Haziran 1666 da Mesih İstanbul'a hareket etmek üzere yola çıkar. O zamana kadar genel olarak yahudilerin siyasi otoriteye karşı bağlı olmaları ve hiçbir zaman politik hareket etmemeleri Osmanlı idarecilerini bu olaya karşı kayıtsız bırakmıştır. Ancak heryerden gelen haberler ve ve ihbarlar önlem almaya iter sarayı. Sevinin gemisi durdurularak Çanakkalede'ki Aydos kalesine hapsedilir. Bu müritlerin adeta çılgınlıklarını had safhaya ulaştırır. Anadoluda'ki küçük bir ayaklanmadan sorumlu tutulanların kafalarından kuleler yapıldığı bir ülkede sarayın bu olaya neredeyse hiçbir tepki göstermemiş olması Zohar'da yazılanların gerçekleşmesi olarak yorumlanmıştır. İnananlar şimdi de buraya akın etmektedirler.
Sevi'ye kendisinin Mesih olduğunu inandırmaya gelen Nehemya Kohen adlı bir hahamla aralarında saatlerce süren tartışmalar geçer. Bu haham Sevi'ye fikirlerini kabul ettiremeyeceğini anlayınca  kendisini yalan ifadelerle ihbar eder ve müslüman olur. Divana çıkarılan Mesih müslüman olmaya zorlanır. Mesih'in din değiştirdiği haberi hızla tüm cemaatler arasında yayılır. Bu olay hep basit bir din değiştirme olayı olarak gösterilmiştir. Sabetaycı kaynaklara göre olay şöyle olmuştur: İhtida sırasında Sevi Sultan'a ' Bu can bu bedende kaldığı sürece La İlahe İllallah ' demiştir. Huzurdan çıkınca kaftanını açmış, ve koynundan bir kuş çıkmıştır ve bunu üzerine işte can bedenden çıktı ' Şema Yisrael' demiştir. Bir diğer inançta şudur: ' Musa firavunların Sarayında bir Mısırlı gibi yaşamıştı. Sabetay'da kendi halkını kurtarmak için müslüğman olmalı ve bir Türk gibi yaşamalıydı. ' Fakat bu olayın gerçek nedenleri halka anlatılmadı, bu da tabiiki halk üzerinde derin bir etki yarattı. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı bir anda heryerde egemen olmuştur. İntihar edenler olduğu gibi gerçekleri öğrenen küçük bir kitlede din değiştirerek mesihle aynı yolu takip eder. Hatta daha sonra gizli sabetaycılar olarak adlandırılabilecek bir grup yahudide din değiştirmeden Mesih'e inanacaktır. Sabetay Sevi'ye ve onunla bberaber din değiştirenlere sarayda görev verilir ve maaş bağlanır.  Sevi yeni dinine göre hareket ediyor görünmekle beraber yine de müritleriyle beraber yahudi dini geleneklerine göre toplantılar yapmaktadır. Bu duruma bir süre göz yumulmuşsa da daha sonra artık kabul edilemezliği ortaya çıkmıştır. Emir'le birtek yahudinin yaşamadığı Arnavutluk'un Ülgün kentine sürgüne gönderilir. İsteği üzerine Selani,k şehri kutsiyete kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk sabetaycı toplum işte burada kurulur. Sevi dini tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk'ta devam etmektedir.Bu sıralarda sabetaycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır.  Nathan Levi ise din değiştirmeden Mesih'i takip eder. Daha sonra bir kısım din değiştiren sabetaycıların tekrar yahudi dinine döndükleri bilinmektedir. Yine inanca göre Mesih ellinci doğum gününde tekrar gelmek üzere kaybolur.
Sevi'nin kayboluşu sonrasında Selanik'te yerleşen dini cemaat , çeşitli olaylar sonucunda farklı dini pratikleri benimseyen üç ana gruba ayrılacaktır. Sevi'nin kayınbiraderi olan Yakov Qerido'yu onun halifesi kabul eden yakubiler , daha sonraları ortaya çıkan ve Mesihi ruha  sahip olduğunu iddia eden Baruhya Ruso 'nun (Osman Baba) hilafetine inanan karakaşlar ve sadece Sevi'ye inanan Kapancılardır. Sabetaycılar ondokuzuncu yüzyıla kadar oldukça depolitik olarak varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu yıllarda Osmanlı toplum yapısındaki değişiklikler kendilerini oldukça aktif kılmıştır. Özellikle imparatorluğun geleceğinin tayini konusunda ortaya çıkan İttihat Terakki ve mason localarında siyasi roller üslendiler. Nitekim bu dönemdeki çok önemli siyasi aktörlerin sabetaycı kökenli aydınlar olmaları bu iddianın bir ispatı niteliğindedir ( Maliye Nazırı Cavid, Dr. Nazım, Halide Edip gibi. Bu kişiler aynı zamanda İzmir suikastinde de önemli roller üslenmişlerdir)
Balkan Savaşı sonrasında Rumeli topraklarının elden çıkması ve 1924 mübadelesi sonrasında sabetaycı organizasyon eski canlıulığını yitirmiştir. Fakat belki de enb önemlisi 1917 Selanik Selanik yangınında çok önemli dokumanların bulunduğu kütüphanelerinin yanmasıdır.  Bu sıralarda cemaatin dini yapısına muhalefet eden gençlerin ortak çabalar sonucunda da özellikle Kapancı ve Yakubi topluluklarında kopmalar yaşanmıştır. Sabetaycılıkta eğitimin varlığı çok önemlidir. Bunun için sabetaycılar  önemli kurumlar oluşturmuşlardır: Bunlardan biri bugünkü Şişli Terakki Lisesi'nin temelini oluşturan Terakki Mektebidir. Bu okul başlangıçta sadece cemaat gençlerini okutan bir okul olarak kurulmuşken bugün artık herkese açık bir okul haline gelmiştir.
Sabetaycılar modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda önemli roller üslenmişlerdir. İçlerinden pek çok bakan, milletvekili ve önemli işadamı çıkmıştır.
2. BÖLÜM: ŞİŞLİ TERAKKİ LİSESİ'NİN TARİHÇESİ
Şişli Terakki Lisesi'nin tarihçesi sözkonusu edilince hemen daima 1879 tarihindeki büyük ve tam kuruluşlu Terekki Mektebi esas olarak  alınmakta , bu hareketin ilk adımı sayılması gereken Şemsi Efendi Mektebi bir yana bırakılmaktadır ( 1879). Halbuki Selanik'te ilk olarak Şemsi efendi'nin öncülüğü ile Şemsi Efendi Mektebi kurulmuştur. (100. Yıl Şişli Terakki Lisesi /Yenilik Basımevi / 1979). Hakikaten Atatürk'ün de okuduğu ve anılarında sık sık sözünü ettiği gibi Selanik'te kurulan Şemsi Efendi mektebi, Şişli Terakki'nin temelidir.
Bir Sabetaycı haham olan Şemsi Efendi (Şimon Zwi) bu okulu o dönemde hem cemaatleri toplamak ve hem de dini eğitimle birlikte gençleri her yönden yetiştirebileceği bir okul olarak kurmuştu. Daha sonra cemaatle arasında yaşanılan sorunlar nedeniyle okuldan ayrıldı. Fakat okul bir cemaat okulu kimliğini kaybetmedi. 1907 Kayıtlarına göre Sabetaycı cemaatin Kapancı koluna mensup şu kişiler okulun yönetimindeydiler; Dr. Rifat Efendi, Namık Kapancı, Osman Fıtri Bey ve Ata Derviş Beyler. 1924 senesinde ki mübadele sonucunda okul İstanbul'a geldi. 1927 de Şakayık Sokağındaki Halil Rıfat Paşa konağına yerleşti. Okulu her dönemde o yılların hayırsever aileleri desteklemiştir. Okul Selanik'teki kuruluşundan başlayıp hep bir encümen tarafından idare olunmuştur. Bu encümene alınan kimseler ya eski kurucuların çocuklarından, ya da daha sonra okulun gelişmelerine yardımı dokunmuş kişiler arasından seçilirdi.  1933 ten sonra encümen 44 kişiye kadar ulaşmıştır.
1933 yılında okul son şekli olan 'Mabeynci Konağı'na' taşınır. 1934 de Selanikli Mecdi Derviş Bey buradaki yapıları kendi satın almıştır. 21.05.1935 de de bunu okulun yönetimi için kurulan  Limited Şirkete devrediyordu.1879 yılında okulun temel felsefesi 'Terakki Mektebi ticaret maksadile müesse olmayıp hayır için yaşadığı gibi hayır ile de yaşar' dı. (100. Yıl Şişli Terakki Lisesi /Yenilik Basımevi / 1979 s: 55). Limited Şirketin kurucuları Fahri Refik Refiğ (Yönetmen Halit Refiğ'in amcası), Halil Ali Bezmen, Aziz Refik Refiğ  ve diğerleriydi.
Okul daha 1967 yılında 903 sayılı Kanunla Vakıf Halne gelmiştir. Bu tarihten sonra da mütevelli heyeti tarafından yönetilmektedir. Bugün artık bir cemaat okulu kimliğini kaybetmiştir. Ancak yönetim kurulu üyeleri halen cemaat kurallarına göre seçilmektedirler. Örneğin Mütevelli heyetine girebilmenin yolu bu heyet üyelerinden birinin önerisi ile olmaktadır.  Vakıf ana senedinde yapılan bir değişiklikle mütevelli heyeti üyeleri ömür boyu bu görevde kalmaktadırlar!
3.BÖLÜM : İLİŞKİLER
Sabetaycı cemaatin 'Kapancılar' koluna mensup olan Sayın Can Paker Türk Henkel isimli bir Alman firmasının yönetim kurulu başkanıdır. Sayın Paker uzun yıllar politika ile ilgilenmiş, bir dönem Deniz Baykal'ın danışmanlık görevini üslenmiştir. 1970 li yıllarda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde Turan Güneş ve Deniz Baykal'ın bir arada oluşturdukları bir grup vardır. Bu grubun içinde şu an Şişli Terakki'nin Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Ahmet Yücekök'te görev almıştır ( Sayın Yücekök'ün eşi de sabetaycı kökenli bir aileden gelmektedir). ( Aynı grupta yer alanlar arasında Şişli Terakki'nin yönetiminde uzun yıllar yer alan Bülent Tanla'da bulunmaktadır)
 Bu kişilerin (şu an elimizde belge olmadığı için tam olarak bilinemeyen bir şekilde) bir siyasi partiye ait bazı taşınmazlara sahip olduklarına dair bir iddia vardır. Sabetaycı cemaat içinde yer alan bazı söylentilere göre bu kişilerin arasında varolan bazı ilişkilerden dolayı menfaat teminleri olduğu da iddia edilmektedir. Ancak bunlar şu an elde belgeler olmadığından ispat olunamamaktadır. Tabii bu, iddiaların araştırılmayacağı anlamına gelmez!
Sayın Can Paker aynı zamanda Şişli Terakki Lisesi Yönetim Kurulu üyesi olan Lütfü Paker'in kız kardeşi ile evlidir, eşi Mihriban Paker'in babası Sabetaycı hareketin önemli dini liderlerinden biriydi(Memduh Paker) İspanyolca dini bilgisinin yanında geniş kabalistik bir bilgiye de sahipti. Can Paker eşiyle aynı soyadı taşımaktadır.
Dr.Can Paker aynı zamanda Amerikan Fullbright ve A.F.S burs kurullarıyla temaslarda bulunmuş, bir dönem A.F.S bursunun Türkiye başkanı da olmuştur. Zaten kendisi de Lise yıllarında bu bursla A.B.D de bulunmuştur. Dr.Can Paker'in kızkardeşi gazeteci Canan Barlas'tır. Kendisi müflis işadamı Halil Bezmen ve eşiyle Türkiye temasını sağlamaktadır. Bilindiği gibi işadamı Halil Ali Bezmen Türkiye'de hileli bir şekilde iflas ederek ABD ye kaçmış, orada yahudi olduğu için ezildiğini bildirmiştir. Greenwich Time adlı gazeteye yaptığı açıklamalar arasında 'Yahudi dönmesi olduğumuzdan Türkiye'de müslümanlar bizi hep dışladı' şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Konu iki gün boyunca Hürriyet Gazetesi'nde manşet olmuştur. 05.05.1998 tarihi'nde yine Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan bir habere göre Mecbure Canan Barlas ( sabetaycılarda çift isim vardır, bunlardan biri yahudi ismini temsil eder), Halil ve Selma Bezmen ile birlikte ABD de New York şehrinde Sofya adlı bir restoranda yemek yemekte iken Gülçin Telci ile karşılaşmışlar ve Sayın Canan Barlas kendisine kötü sözler söylemiştir. Dr.Can Paker'in Deniz Baykal ile olan ilişkilerinin yanısıra şu an Şişli Terakki Lisesi'nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Haluk Arığ ile de yakın temasları vardır. Arığ uzun yıllar Şişe Cam ve Gameda firmalarında çalışmış,
Daha sonra buradan ayrılmıştır. Ancak bu ayrılmalar konusunda bazı soru işaretleri olduğu şeklinde iddialar da vardır. Okula merhum Reşat Atabek tarafından getirilmiştir. Bilindiği üzere merhum Avukat Reşat Atabek kendisi de bir sabetaycıydı ve kabbala konusuyla yakından ilgiliydi. Nitekim Hür ve Kabul edilmiş Mason Locası'nda yayınlanan kitabı 'Masonluk Üzerine' de özellikle sembolizmle ilgili makaleleri bunun ispatını teşkil eder (Yenilik Basımevi İstanbul 1994). Tüm bu ilişkiler Şişli Terakki Lisesi'nin bir cemaat okulu olduğunu ispat etmektedir.  Zaten okulun hem kurucuları ve hem de ilk mezunları Selaniklidir. Sabetaycı tarihin anlatıldığı bir makale (Selanikliler ' Yaşam Sanatı Ocak 1995) de de bu okulun yönetim kurulu üyelerinin bir arada fotoğrafları bulunmaktadır. Bunun yanısıra Osman Ergin'in Türk Maarif Tarihi adlı eserinde de bu konuda önemli bilgiler mevcuttur. ( Türk Maarif Tarihi / Osman Ergin / s: 468-69 dan özetle) Sayın Haluk Arığ aynı  zamanda şu anda Sabetaycı basın patronu Dinç Bilgin'in Sabah Yayın Grubunda da danışmanlık görevindedir.
4.BÖLÜM : OKULLA İLGİLİ İDDİALAR
Haluk Arığ Şişli Terakki Lisesi yönetimine 1990 yılında girdi. Babası İstanbul'lu annesi ise Selanikli bir aileye mensuptur. Okula ilk girdiği yıllarda önce muhasebesinden sorumluydu. Okula girmesine neden olan kişiler Av. Reşat Atabek, kayınpederi İsmail Bey ve Üçer kardeşlerdi. Bu sırada bir 'Pul Olayı' meydana geldi. Bu olayın detayları tam olarak bilinmemekle beraber bir yolsuzluk olduğu ve bunun üstünün kapatıldığı konusunda bazı iddialar vardır.  Kendisi daha evvel 'Paşabahçe' firmasında çalışmaktaydı,  bu firmadan da benzer sebepler nedeniyle ayrıldığı iddiaları  bulunmaktadır. Yine bir dönem Gameda Müdürlüğünde bulunmuştur. Eşi Fatoş Arığ'da yine 1990 larda yaşanan Cumhuriyet Gazetesi olayında önemli roller üslenmiştir. Fatoş Arığ Sabetaycı kökenini gururla ifade eden bir kimsedir. Nitekim Gazete Pazar'ın 5.10.1997 tarihli sayısında gazeteci Leyla Neyzi'ye verdiği mülakatta ailesinin kökeninden ve sabetaycılıktan uzun uzun söz etmiştir. Nitekim ailesinde yapılan sabetaycı geleneklerden de bahsetmiştir.
Gazetede yaşanan çekişmeler sırasında  bazı menfi olaylara karışmışlardır. Ne yazık ki Cumhutiyet Gazetesi'nde konuyla ilgili kendilerine başvurduğumuz hiç bir yazar bize bir açıklamada bulunmadı. Acaba bunda etken olan faktör neydi? Cumhuriyet gibi bir gazete 'ne olur bizden bir tane alın' diye dilencilik yaparak gazete satmaya çalışırken kendi içinde yaşanan bazı hadiselerin detaylarını vermekten neden kaçınmaktadır? Bu arada unutulmamalıdır ki Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Yunus Nadi  Tan yazarı Ahmet Emin Yalman'ı dönme olmakla suçlamıştı! 1937 yılındaki tartışma günlerce Tan ve Cumhuriyet Gazeteleri arasında devam etmişti.
Haluk Arığ  Şişe Cam firmasında iken ,sekreteri olan  Gülcan Akdindar'ı Terakki Lisesi'ne ' Halkla İlişkiler Müdürü' olarak almıştır
Haluk Arığ'ın okulla ilgili olarak yardım gördüğü kişiler şunlardır:
- Ahmet Yücekök ( Siyaset Bilimi Prof.u)
- İlter Turan ( Bilgi Üniversitesi Rektörü)
- Bora Gönenç
- Fatih Dural
- Can Paker ( Türk Henkel Yön.Kur. Baş. Tusiad üyesi)
Okul yönetiminin hatalı kararlarıyla eğitim kalitesinin  bozulması üzerine eski mezunlar bir dernek kurmak istediler.  Bunun üzerine okul bir başka dernek kurduğunu bildirdi.  Dernek kurucularına karşı bazı kampanyalar başlatıldı ve bu dönemde sabah gazetesinin bir yazarı tarafından  muhalifler hakkında asılsız yazılar yazıldı. Bu yazar kişilerin özel hayatlarını hiçe sayarak adeta bir tehdit niteliği oluşturan yazıları kaleme alarak okulda Arığ'ın kendi istediği düzeni kurmasını sağlamıştır. Sayın Arığ ve ekibindekiler 'Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar' derneğinde de bazı usulsüzlükler yaptıkları için  çıkarılmışlardır.  Fakat eski mason olmaları hasabiyle hiçbir yerde kendileri aleyhinde yazılar çıkarılamamıştır.
Fakat okulla ilgili ortaya atılan en korkunç iddia hiç kuşkusuz ki okulun Nişantaşı'nda bulunan ve şu an değeri trilyonlara ulaşan binasının durumudur.  Bu bina hiçbir ihale açılmadan Sayın Arığ'ın eski şöförüne gayet cüz'i bir fiyattan otopark olarak kiralanmıştır. O kadar ki  okulun otopark olarak kullanılan bölümü ihale edilmeden tamamen gelişigüzel bir şekilde otopark haline getirilmiştir.
Okul binası on yıla yakın bir zamandır boş tutulmak suretiyle değer kaybetmesi sağlanmaktadır.  Bu arada amaçlanan okulun binasının değer kaybetmesini hızlandırarak gayet ucuz bir fiyattan bunun satılmasını sağlamaktır.
Bu arada Haluk Arığ'ın şahsi servetiyle ilgili iddialarda ayyuka çıkmıştır. Kendisi görev süresi içinde pek çok kıymetli mülk almış, bir kotra sahibi olmuştur. Bir memur maaşı ile bunları nasıl yaptığı merak konusu haline gelmiştir.  Şu asla unutulmamlıdır: Terakki Vakfı'nın ilk kurucuları kendi ceplerinden para vermek sureti ile bu okula kurmuşlarken Sayın Arığ okulun imkanları ile hareket etmekte okulda bir diktatörlük kurduğu iddiaları altındadır.
5.BÖLÜM : YAPILMASI GEREKENLER
Şişli Terakki Lisesi bir cemaat okuludur. Bu okuldan pek çok ünlü insan yetişmiştir. Konu bir an önce masaya yatırılmalıdır. Ancak bu yapılırken kat'i surette  konunun bir inanç istismarı haline getirilmemesi ve hiçbir şekilde de antisemitizm ( yahudi düşmanlığı) yapılmaması gerekmektedir. Çünkü bu yapılırsa karşı taraf haksız durumdayken haklı duruma getirilir. Ayrıca olayda taraf olanlar arasında halen Türkiye'de önemli görevlerde bulunan insanların olması ve bu büyük yolsuzluğa karışmaları da olayların kapatılması riskini doğurmaktadır. Konunun T.B.M.M gündemine alınarak aşağıdaki soruların ilgili bakanlıklara   sorulması gerekmektedir:
VAKIFLARLA İLGİLİ DEVLET BAKANLIĞINA SORULACAK SORULAR
1-Şişli Terakki Lisesi binası on yıldır neden boş bırakılmaktadır. Bina değerini kaybederek ucuza satılmaya çalışıldığı doğru mudur? Binanın halihazırdaki değerinin 2 Trilyon civarında olduğu doğru mudur?
2- Şişli Terakki Lisesi Vakfı'na ait malların satışı ya da üçüncü kişilere devri olmuş mudur?
3- Okul mütevelli heyeti  üyelerinin ömür boyu (kaydi hayat şartı ile) göreve geldikleri ve ancak kendilerinin önerecekleri kişileri buraya getirdikleri doğru mudur? Bu koşulların sağlanması için Vakıf Ana Sözleşmesi'nin değiştirildiği doğru mudur?
4- Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün konuyla ilgili raporları nelerdir? Neden detaylı bir tetkik yapılmamaktadır.
MALİYE BAKANLIĞINA SORULACAK SORULAR
5- Şişli Terakki Lisesi Mütevelli Heyeti üyelerinin son on yıl içinde vakıf gelirlerinden aldıkları paylar nelerdir? Bu kişilerin mal varlıklarında ki artış incelenmiş midir? Sayın Haluk Arığ'ın yat, villa gibi değerli mülkleri var mıdır? Bakanlık merkezi denetim elemanları ilgili incelemeklere başlamış mıdır?
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA SORULACAK SORULAR
6- Okula öğrenci alınırken kura listelerinde değişiklikler yapılmış mıdır? Bu listeler Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde midir? Bazı öğrencilerin para karşılığı ders geçtikleri ve yönetimin bu kararlarına uymayan öğretmenlerin görevlerine son verildiği doğru mudur?
7- Okul Milli Eğitim Bakanlığı'nca en son ne zaman denetlenmiştir?
TARTIŞMALAR ' İDDİALAR
Şişli Terakki Lisesi'nde başlayan tartışmaların esası nereye dayanıyor? Okulun kötü bir yönetimle mülklerinin kıymetsizleştirilerek bu mülklerin ucuz yolla satılması çabalarına karşı Şişli Terakki Mezunları Derneği başkanı Yetkin Gürsel bir çalışma başlatmıştır. Gürsel Vakıf Başkanı'nın bu kıymetli emlaki bir mütehaide verme karşılığında 1 Milyon Dolar istediğini söylemektedir ( Sabah 19.01.2000) Bunun üzerine Ilgaz Zorlu 21.01.2000 de okulla ilgili şu iddiaları gündeme getirmiştir:
-Okulun binası Haluk Arığ'ın şoförüne otopark olarak verildi
- Okul bir grubun eline bırakıldı
- Bazı öğrenciler kayıt ve sınıf geçmede kayırıldı
- Vakıf üyelerinin görev süreleri ömür boyu yapılmıştır.
Tüm bunlara karşılık sayın Haluk Arığ'ın 24.01.2000 Tarihinde Ilgaz Zorlu'ya karşı cevabı şu şeklide olmuştur:
-Ilgaz Zorlu olarak kendini tanıtan ve Şemsi Efendi'nin torunu olduğunu iddia eden şahsın iddialarını esefle karşılıyorum. Kendisi vakıftan her ay para istemiştir.  Bu kişiden yargı aracılığı ile hesap sorulacağını  belirten Arığ  ayrıca Yetkin Gürsel'in iddialarını da cevaplamaktadır.
HALUK ARIĞ AÇIKÇA YALAN SÖYLEMEKTEDİR! Bundan iki sene evvel ebediyete intikal etmiş sabetaycı cemaat üyelerinin yatmakta olduğu 'Bülbülderesi Mezarlığı''nın temizlenmesi için bir çalışma başlattım. Okulun kurucusu olan kişilerin burada kabirleri olması hasabiyle mezarların temizlenmesi hususunda Sayın Haluk Arığ ile görüşerek kendisinden teknik eleman talebinde bulundum. Ben kendisi gibi okulun kaynaklarından faydalanarak şoförlü bir arabaya binmiyorum. Ayrıca okuldan da bir maaş almıyorum. Şimdi kendisine sormak gerekiyor. Acaba kendisi sabetaycı olduğu iddialarını reddettiğine göre bir cemaat okulunda ne aramaktadır? Oraya kimin teklifi ile seçilmiştir? Kaldı ki diğer bir iddiası da benim Atatürk'ün ilk öğretmeni olan Şemsi Efendi'nin torunu olduğum iddialarıdır. Şemsi Efendi'nin iki kızından biri olan Yekta Hanım annemin babası olan Veli Zeren'in annesidir. Bu konuda Zincirlikuyu ve Bülbülderesi mezarlığındaki taşlar ve nüfus kayıtları ispat niteliği taşırlar. Ben Selanikliyim ve Haluk Bey gibi cemaate ait kaynakları kullanmadan cemaatten hiçbir maddi talaepte bulunmadan çalışmalarımı yaparım!
KONU ÇARPTIRILMAK İSTENMEKTEDİR. ŞU İDDİALARA KENDİSİNDEN CEVAP BEKLEMEKTEYİM. BİR KEZ DAHA AŞAĞIDAKİ SORULARA DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM:
1-Şişli Terakki Lisesi binası on yıldır neden boş bırakılmaktadır. Bina değerini kaybederek ucuza satılmaya çalışıldığı doğru mudur? Binanın halihazırdaki değerinin 2 Trilyon civarında olduğu doğru mudur?
2- Şişli Terakki Lisesi Vakfı'na ait malların satışı ya da üçüncü kişilere devri olmuş mudur?
3- Okul mütevelli heyeti  üyelerinin ömür boyu ( kaydi hayat şartı ile) göreve geldikleri ve ancak kendilerinin önerecekleri kişileri buraya getirdikleri doğru mudur? Bu koşulların sağlanması için Vakıf Ana Sözleşmesi'nin değiştirildiği doğru mudur?
4- Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün konuyla ilgili raporları nelerdir? Neden detaylı bir tetkik yapılmamaktadır.
5- Şişli Terakki Lisesi Mütevelli Heyeti üyelerinin son on yıl içinde vakıf gelirlerinden aldıkları paylar nelerdir? Bu kişilerin mal varlıklarında ki artış incelenmiş midir? Sayın Haluk Arığ'ın yat, villa gibi değerli mülkleri var mıdır? Bakanlık merkezi denetim elemanları ilgili incelemeklere başlamış mıdır?
6- Okula öğrenci alınırken kura listelerinde değişiklikler yapılmış mıdır? Bu listeler Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde midir? Bazı öğrencilerin para karşılığı ders geçtikleri ve yönetimin bu kararlarına uymayan öğretmenlerin görevlerine son verildiği doğru mudur?
7- Okul Milli Eğitim Bakanlığı'nca en son ne zaman denetlenmiştir?
Maalesef utanarak yazmak zorundayım.Asırlık bir kurum bir grup insanın eline geçmiştir ve keyfi olarak yönetilmektedir. Buna bir dur denilmelidir!
6.BÖLÜM : SONUÇ
Şişli Terakki Lisesi'nde en kısa zamanda tüm siyasi baskılar bir yana bırakılarak sonuç alınması için harekete geçilmesi gerekmektedir. Hiç kimsenin böylesine önemli bir kurumu şaibe altında bırakmaya ve bundan para kazanmaya hakkı yoktur. Lütfen bunu bir siyasi mesele olarak değil bir yolsuzluk olarak görelim. Kamu vicdanının rahatlatılması için hep birlikte çaba harcayalım! Kaldı ki bu okul bir hayır kurumu olarak faaliyetlere başlamıştır. Lütfen okulla ve yukarıdaki olaylarla bilgisi olan herkes bir araya gelsin, okulumuzu kurtaralım. BU OKUL SADECE ONDAN YARARLANAN BİR GRUP MÜTEVELLİ HEYETİ ÜYESİNİN DEĞİL HEPİMİZİNDİR! BU SATIRLARIM ÖZELLİKLE BANA ULAŞAN, BU YOLSUZLUĞA KARŞI ORTAK HAREKET ETMEMİZİ İSTEYEN BİR GRUP ESKİ MEZUNA VE HOCAYADIR. GÜN BUGÜNDÜR, KORKMAYIN! DÜRÜST İNSAN KORKMAZ. ORTAYA ÇIKALIM VE HEP BİRLİKTE OKULUMUZU KURTARALIM!
 

Ana Sayfa