SABETAYCILIK, MASONLUK VE İTTİHAT TERAKKİ

17.yüzyılın ortalarından beri liderleri Sabetay Sevi'nin izinden giderek dış görünüşte Müslüman, kendi aralarında ve gizli olarak Kabalist Yahudi; Sabetaycı olarak yaşamaları ile dikkati çeken Sabetaycılar, Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminde önemli faaliyetler göstermişlerdir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Sabetaycıların merkezi durumunda olan Selanik'te kurulması, bu cemiyetin meşhur üç paşasından ikisi olan Sadrazam Talat Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın mason olmaları, bu teşkilatın Selanik'ten yola çıkan Hareket Ordusu ile İstanbul'a gelmesi, 1908'de Padişah II. Abdulhamid'i hal etmesi ve II. Meşrutiyet'i ilan etmesi; bütün bu işlerde adı geçen Sabetaycılık, Masonluk ve İttihat Terakki'yi birlikte ele almayı önemli kılmaktadır.

Bu tarihten sonra ard arda yaşanan iki Balkan Savaşı (1911-12) ve I.Dünya Savaşı (1914) Osmanlı Devleti'nin sonunu getirmiş olmakta ve İttihat ve Terakki Cemiyeti en kısa yoldan devlet'in sonunu getirmede mahir gibi görünmektedir. Bu sebeple söz konusu Cemiyet ile Sabetaycı ve mason unsurların ilişkisi hassas bir konu durumuna gelmektedir.

Kendisi de bir sabetaycı olan Ilgaz Zorlu'dan nakledelim: "...Dikkatle incelendiğinde de görülecektir ki Selanik'te o dönemde mason locaları ve tarikatlerde etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu sabetaycıdır, aslında bunu da normal karşılamak gerekiyor, çünkü sabetaycılar 20.yy ın başlarına gelindiğinde dini kurumlarını giderek ortadan kaldırmışlardı ve o dönemlerde de Yahudilik dinine geri dönme arzularının da kabul edilmemesi neticesinde neredeyse ateist bir hayat yaşamaktaydılar. Hiçbir manevi dayanakları kalmayan bu insanların bu yıllarda ve köken olarak ta onların soylarından gelen diğer kuşakların üyelerinin de sabetaycı kökenli olmaları bir rastlantı değildir. Nitekim bugün bile Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası'nın Grand Comandör (ya da Türkçe karşılığı ile Hakim Büyük Amir) leri'nin de yine Kapancılar koluna mensup bir aileden gelmesi de şaşırtıcı olmamalıdır."

Sabetaycı Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası "büyük üstat"ları muhtemelen; eski Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hayrullah Örs (1901-1977), Prof. Orhan Alsaç ve halen Büyük Üstad görevini yürüten Can Arpaç olmalıdır.

O devirlerde masonluğun Osmanlı'daki merkezi konumuna gelen Selanik'te sabetaycıların yaşamaları ve masonların büyük çoğunluğunun bunlardan ve kimliğini muhafaza eden Yahudilerden oluşması, bunların da İttihat ve terakki içerisinde önemli bir etkiye sahip olmaları dikkatleri bu noktaya çekmektedir. Bu konuya, tarihi bilgilerden ayrı olarak, sabetaycılığın asimile olmasına karşı çıkan ve sabetaycıların tekrar Yahudiliğe dönmesini savunan Ilgaz Zorlu'nun bir mektubundan cevap bulmaya çalışacağız.

Ilgaz Zorlu, Sabetaycıların tekrar Yahudiliğe dönmeleri konusunda bir karar vermeleri için Dünyadaki Büyük Hahambaşılıklara bir mektup yazmıştır. Elimize geçen bu mektupta, Sabetaycılığın tarihi özetlenerek, 1666 tarihinde Divan huzuruna çağrılan Sabetay Sevi'nin neden Müslüman olduğu, nasıl Yahudi inancını gizlice devam ettirdiği anlatılmış ve Sabetaycıların tekrar Yahudiliğe dönmesi konusunda Hahambaşılıkların verecekleri kararları veya dini görüşlerini kendisine bildirmeleri Zorlu tarafından istenmiştir.

"Evet, Ben Sabetaycıyım" adlı kitabında, ilk defa İzmir'de mesih olduğunu ilan eden Sevi'yi Yahudi din adamlarının öldürme kararı aldıklarını ama uygulayamadıklarını, bütün vatandaşlarına din hürriyeti yaşatan Osmanlı Devleti'nin Sevi'nin ortaya attığı fikirler sebebiyle başlangıçta ona baskı yapmadığını, fakat Yahudi din adamlarının Osmanlı'ya başvurarak onu şikayet ettiklerini anlatmaktadır. Osmanlı'nın Sabetay Sevi ile ilgilenmesi, son olarak onu Saray'a getirmesi ve iddiaları ile kellesi arasında tercih yapmasını istemesi hep Yahudilerin ihbarları ve şikâyetleri ile olmuştur. Zaten Zorlu'da kitabında bunu söylemektedir.

Ancak, Zorlu'nun Hahambaşılara hitaben yazdığı mektupta Osmanlı'nın bu hoşgörüsünden bahsedilmediği gibi, "eğer bu dinden dönme olayı gerçekleşmeseydi Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan bütün Yahudiler öldürülecekti" denilebilmektedir. Evet, İspanya'da Engizisyon zulmünden kaçarak Osmanlı'ya sığınan ve hayatlarını kurtaran Yahudilere hiç de böyle bir muamele yapılmadığı halde, sırf Avrupa ve ABD'deki hahamlara hoş görünmek için böyle bir iftira seslendirilebilmiştir. Sevi'nin samimi olarak Müslüman olmadığı anlaşıldıktan sonra sadece Arnavutluk'a sürgün edilmesi, değil bütün Yahudilerin veya kendi cemaatinin öldürülmesi, şahsının dahi incitilmemesi de Zorlu'nun bu ağır iddiasını yalanlamaktadır.

Mektuptaki bir başka bölüm sabetaycı - mason kimselerin Osmanlı'nın son dönemindeki politik rollerini şöyle anlatıyor: "Osmanlı'nın geleceğini tayin için kurulan Mason locaları ve İttihat Terakki içinde politik roller edindiler. Gerçekten zamanın bir çok önemli politik aktörü Sabetaycı mirasın entelektüelleriydi."

"Osmanlı'nın geleceğini tayin için kurulan mason locaları ve İttihat Terakki" gerçekten de kısa bir zamanda Osmanlı'nın sonunu tayin etmişlerdir.

İttihat Terakki'nin meşhur üç paşasından ikisi Sadrazam Talat Paşa ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın mason olduklarını daha önce belirtmiştik. Enver Paşa'nın ise masonluğa girmediği anlaşılmaktadır. Talat ve Cemal paşaların memleket-severliklerinden şüphe edilebileceği kanaatinde değiliz, ancak Mason olmaları, masonik etkiler altında yanlış kararlar almış oldukları intibaını uyandırmaktadır.

Talat Paşa, masonluk üzerindeki dış etkileri ve dış bağlantıları azaltmak, kendi kararlarını kendisi verebilen; kendi başına buyruk bir "Büyük Loca" kurarak masonluğun olumsuz etkilerini elimine etmeyi düşünmüştür.

28 Ağustos 1972 tarihli Milliyet'te Abdi İpekçi tarafından Büyük Üstad Hayrullah Örs ile yapılan röportajda bu konu açıklığa kavuşmaktadır. Üstad Örs şöyle anlatıyor: "Hakikaten bir memleketin kendi büyük locası olması lâzımdır. Yabancı kuruluşların gelip de bir memlekete loca açmaları hoş bir şey değildir. Böylece Sadrazam Talât Paşa, "Maşrık-ı Azam-ı Osmanî" adıyla kurulan büyük locanın başına geçmişti Sonra Süleyman Faik Paşa üstad olmuştur. Faik Paşa daha sonra birinci savaşta şehit düşmüştür. Bu loca 1935'e kadar muntazam Masonlukça tanınmayan bir büyük loca olarak "Maşrık-ı Azâm-ı Osmanî" olarak devam etmiştir. Tanınmamış olmasının sebebi, kuruluşunun kendi başına buyruk oluşudur."

Gördüğünüz gibi masonlukta "başına buyruk" olmak yoktur. O zaman kendi ülkenize göre, kendi menfaatlerinizi gerçekleştirmeyi hedefleyen bir teşkilat kurmuş olursunuz. Talat Paşa'da bu şekilde masonluğu ehlileştirmeyi denedi zaten... Halbuki merkezin talimatları ile hareket eden ve genel çerçevesi dışarıdan çizilen, bağımlı ve dışarıya hizmet eden bir teşkilattır masonluk. Böyle bir teşkilat için, adı-soyadı Türkçe, dış görünüşü Müslümanca ama içten Türk ve İslam olmayan Sabetaycılar herhalde biçilmiş kaftan olarak görüldüler ve önemli roller üstlendiler.

Üç Selanikli; masonlar, sabetaycılar ve İttihat Terakki işbirliği, özellikle dış etkilerle yönlendirilen masonluğun güdümünde faaliyet gösteren bu üçlü ittifakın en büyük rolü Osmanlı'nın sonunu getirmeleri olmuştur.

Ali Rıza SAKLI
 

Ana Sayfa