Mesihlik
Hezeyanları
Türkiye Gazetesi - 01.12.2000
İslam tarihinde
zaman zaman gündeme gelmiş olan “Mesihlik” iddiası ve tartışmaları
bugünlerde yine gündemde... Önce şunu bilmekte fayda var: Böyle iddiada
bulunanların normal insanlar olmadıklarını, ruh hastası olduklarını
bütün psikiyatristler söylemekte. Bunun için bu tür klinik vakaların
ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Fakat bazılarının ciddiye alıp,
eteklerindeki taşları dökmeleri, bu vesileyle İslamiyete çamur atma
gayretleri üzüntü verici tabii ki. Bizi ilgilendiren tarafı da bu
zaten.
Sağlıklı bir neticeye varabilmek için, Mesihlik (Kurtarıcılık)
iddiasında bulunanları iki sınıfta mütalaa etmemiz gerekir: Birincisi,
psikiyatristlerin bildirdiği gibi gerçekten ruh hastası kimselerdir.
Dolayısıyla böyle kimseler üzerinde durmaya değmez. Bunlara şifa
bulmaları için dua etmek gerekir. Ayrıca bunlar zararsız kimselerdir,
zararları sadece kendilerinedir. Bunların çoğu, akıl hastanelerinin bir
köşesinde ömürlerini tamamlarlar. Bunlar zaten pek medyanın gündemine
de düşmezler.
İkincisi, hasta olmadıkları halde (veya hastalığı ileri decede
olmadığından, kullanılmaya müsait kimselerin) bazı çevrelerce
kullanılan, bu maksatla kendilerine rol verilmiş kimselerdir. İşte,
toplum için zararlı olanlar bunlardır. Ortaya çıkış veya çıkarılış
maksadı da tam bilinemediği için zararlarından korunmak da oldukça
zordur. Bu iki sınıf insanı ayırt etmek kolay değildir. Rol verilen
kimseleri ayırmada bilinen özellik; bazı çevreler tarafından, müspet
veya menfi yönden sahip çıkılması, devamlı propagandasının yapılması,
gündemden düşürülmemesidir.
Son günlerde kendini Mesih yani Hz. İsa ilân eden kişinin hangi
kategoriye girdiği tercihini siz değerli okuyucularıma bıraktıktan
sonra, hangi sınıftan olduğu açıkca belli olan tarihte önemli bir iz
bırakmış başka bir Mesih(!) üzerinde durmak istiyorum bugün.
Aslında bu tür olaylar sadece Müslümanlar arasında görülmüş değildir.
Hıristiyanlarda ve Yahudilerde de çok görülmüştür. Benim üzerinde
durmak istediğim her devirde gündemde kalmış, bugün bile çok tartışılan
Yahudi “Sabatay Sevi” olayıdır.
Sevi, 1626 yılının Temmuz’unda İzmir’de doğdu. İspanyol asıllı bir
Yahudi aileden geliyordu. Özel mahâretleri vardı. Zeki, bilgili ve
yakışıklıydı; güzel de konuşuyordu. Daha 15 yaşından itibaren özel
olarak yetiştirilmeye başlandı. Kutsal kitaplarında “Mesihlik çağı”
yaklaştığında evlenilmesi gerektiği bilindiğinden, 15 yaşında
evlendirildi.
İstenilen vasfa ulaşabilmek için, yemeyerek, içmeyerek ve vücuduna
işkence ederek bir nevi inziva hayatı yaşıyordu. Böylece şöhrete
ulaşıyor ve etrafına topladığı gençlere de riyazet yapmaları telkininde
bulunuyordu.
O sıralarda Yahudiler zor durumdaydı. Yurtları yoktu, bütün dünyaya
yayılmışlardı. İspanya ve Fransa’da istenmiyor, işkencelere
tutuluyorlardı. Onlar da Türkiye’ye sığınmışlardı.
Bazı Yahudiler mistik izahlarında “Mesih”in geliş tarihinden
bahsediyordu. Mesih’in gelişi, oraya buraya dağılmış olan Yahudilerin
atalarının topraklarına dönüşünün müjdecisi kabul edilmekteydi.
1648’de Mesihin kendisi olduğunu ilan etti. Yakınları güçlük
göstermeden kabul ettiler. Fakat haber İzmir Musevileri arasında
yayılınca gürültü koptu. Hahambaşı Jozef Eskapa, diğer hahamlar ve
Musevi alimleri onu ölüme mahkûm ettiler. Sabatay buna pek aldırmadı.
Çünkü Osmanlı Devleti zabıtası, böyle bir cinayeti cezalandırırdı. Onun
için düşmanları Sabatay’a bir şey yapamadılar.
İzmir’de başarılı olamayacağını anlayan Sabatay, 1650’de İstanbul’a
geldi. Bir hahamdan yardım gördü. Fakat burada da tutunamadı. Selânik’e
gitti. İyi karşılandıysa da iddiasını tekrarlayınca, orada da duramadı.
Atina’ya sonra İzmir’e ve yine İstanbul’a döndü. 1659’da İzmir’e
babasının yanına geçti ve dikkati çekecek hiçbirşey yapmadan beklemeye
başladı... İsterseniz bu konunun devamını ve neticede olanları yarına
bırakalım.