Soner Yalçın’ın son kitabı “Efendi”yi henüz okumadım ama kitap vesilesiyle Tempo’da kendisiyle yapılmış ropörtajı* okudum. Ropörtajda, Yalçın, “beyaz Türkler kim?” sorusuna “çünkü Osmanlı’da Sabatayistlere ‘bey’ değil ‘efendi’ denirdi” cevabını verince aklıma hemen Kurtlar Vadisi dizisindeki mevzulara gerçek hayatta karşılık arayıp, duran, bana bu konuda sık sık bir şeyler soran ve asabımı bozan arkadaşlarım geldi. Bu kitap, Efendi adını taşıyordu ve yazarı Soner Yalçın da Kurtlar Vadisi dizisinin “konsept” danışmanıydı.
Şu anda temkinliyim. Bu kitabı okumadan herhangi bir yorum yapmayacağım. İlk izlenimlerimi yazabilirim sadece. Röportajdan anlaşılıyor ki, Türkiye’de Sabetayist denilen insanlardan oluşan bir cemaat olduğu iddiaları biraz daha netleşiyor. Öyle birileri gerçekten var. Ve – aman Tanrım – her köşe başını tutmuş da olabilirler. Soner Yalçın, en çok sol partilerde değil sağ partilerde siyaset yaptıklarını söylüyor. Yalçın’a göre Adnan Menderes de Sabetayist. Müslümanım diyene değilsin denemez ama ırk bakımından Sabetayistlerin İbrani kökenli olduklarını görüyoruz.
Bu konuyu ilk Profesör Yalçın Küçük’ten duymuş idik. Yalçın Küçük, üslubu bakımından çok güvenilir bulduğumuz bir insan değildi. Şimdi de bir başka Yalçın, Soner Yalçın bu konuya bodoslama dalmış. Bu, benim zihnimde de “acaba” sorusunu doğurdu. “Acaba, birileri Türkiye Cumhuriyeti’ne olan inancın zayıflaması için, devletin altını oymak için asla bütünüyle ispatlanamayacak bir meseleyi mi ortaya atıyor.”
Bu konuda farklı tezler geliştirilebilir. Bir, bu ülkede hakikaten Sabetayist bir egemen elit var, ve bunların bir kısmı 1967’den sonra New York’tan emir almaya başladılar ve bu doğrultuda, Irak Savaşı’nı müteakiben bölgeye giren ve Büyük Ortadoğu Projesi adını verdiği projeyle burada kalıcı olduğu konusunda tehlikeli sinyaller veren ABD’nin önünü açacak adımlar atarak, içerde milli birlik ve beraberliği bozacak bir yolda gidiyorlar. Bunlara karşı da, ABD- İngiltere – İsrail ekseni karşısında saf tutan AB ekseni de halkın bilgisine bu “egemen elit”in varlığını sunuyor. Amaçlanan egemenlerin önünü kesmek için şantaj yapmaktır.
İkinci tez, bu egemen elitler yine hakikaten varlar ve birkaç asırlık bir süreç sonunda bu ülkeyi kendi vaat edilmiş toprakları açısından bir “rezerv devlet” olarak görüyorlar ve bu pervasızlıkla, sıradan Türk gencinin ümitsizlik selinde ıslanması için bu bilgiyi “step by step” halka açıklıyorlar. Yalçın Küçük bir, Soner Yalçın iki.
Bir üçüncü tez, içerde Susurluk kazasından sonra pasifize olmuş bir damar vardı. Bu damar, birinci tezdeki gibi ABD- İngiltere – İsrail ekseninde emir kulları olan egemenlerin önemli bir kısmının mensup olduğu Sabetayist mezhebi deşifre etmeye, tamamen yerli niyetlerle karar verdi.
Tempo dergisinin Soner Yalçın’ın “Efendi”si hakkındaki ropörtajı yayınlaması da gösteriyor ki, bu konu artık tabu olmaktan çıkıyor. Bundan sonra neler olacak görmek lazım. Kim ne yapmaya çalışıyor, bilemiyorum. Ama bildiğim ve hoşnut olduğum tek bir husus var, bu konu artık tabu değil. Böyle insanın neredeyse bütün bildiklerini yeniden gözden geçirmesine sebep olan bir bilginin içinde kalması, kimseye bu konuda tek kelam edememesi ne kadar kötüdür. Şükür, Soner Yalçın ve onun gibiler bu konuda daha çok kitap yayınlayacak gibi görünüyor. Bu arada Soner Yalçın, bu konuya “Siyasal İslamcı” çevrelerin bir tehdit gözüyle baktığını söylemiş. Ben “siyasal İslamcı” değilim ama Soner Yalçın’ın bu sözünden muradın, sağcısı, solcusu, “ulusalcısı”, İslamcısı, milliyetçisiyle ve kendini herhangi bir tandasa sığdırmayanıyla “yerliler” olduğunu tahmin ettiğimden kendi adıma cevap vereyim: Ben, bu konuyu bir tehdit unsuru olarak görmüyorum. Bu egemen elitin, ki egemenlikleri de, elitlikleri de çok su götürür konulardır, eşyanın tabiatı neyi gerektiriyorsa onu yapmakta olduğunu biliyorum. Başka bir mezhep, başka bir din sahibi de olabilirlerdi. Herhangi bir coğrafyada, herhangi bir “oligarşi”, haksız kazanç kapılarını korumak ve kollamak için ne yapacak idiyse, bunlar da onu yapıyorlar. Sonra ben Türkiye’de, yüksek sınıflar içinde Sabetayistler kadar başka milletlerden, önce Osmanlılaşmış, sonra da Türkleşmiş aileler olduğuna inanıyorum. Temel mesele bu ülkede her alanda “fırsat eşitliği”dir.
İnsanları biraz da insan olarak görmeli. Hatasıyla, sevabıyla bu insanlar da bu topraklarda yaşıyorlar. Eğer, nevzuhur bazı kitaplarda iddia edildiği gibi sistematik bir ihanet içine giren bir “oligarşi” varsa, bu ülkenin hakimleri de, savcıları da var derim. Yok, bir ihanet söz konusu değilse, nüfuz ticareti başta olmak üzere, yolsuzluk, hortum vb. suçları irtikap ediyorlarsa yine bu ülkede hukuk düzeni vardır derim. Yok, tek suçları Sabetayist olmaksa, bu yanlıştır. Dinini gizlemek suç mu, onu da bilemem. Sabeyist dinin temel farzı “dinini gizlemek” ise, kim ne diyebilir. Gizlenen din, nasıl bilinebilir? Ben daha çok bu tartışmalarla vakit kaybedilirken, enerji kaybedilirken neler kazanıldığına bakılması gerektiğine inanıyorum. Bu bilgiyi de önemsiyorum. Araştırılmalıdır. Bir Sabetayizm Araştırmaları Enstitüsü kurulmalıdır. Bu hususta finansmanın açık Yahudilerden sağlanabileceğine inanıyorum. Çünkü Yalçın Küçük’ün gazına gelen bir kısım okurlar bilmeliler ki, Yahudiler bu konuda araştırma yapılması için seve seve para vereceklerdir. 2003 senesindeki talihsiz sinagog bombalamalarından sonra bir Yahudi yetkili, Türkiye’deki “Yahudi” imajının bu kadar kötü olmasında kendilerinin değil, çift kimlikli bazı kimselerin suçu olduğunu ifade etmemiş miydi? Zihnim beni yanıltıyor mu yoksa?
* Tempo Dergisi, 855. sayı, 29 Nisan – 5 Mayıs 2004